Birinci Dünya Savaşı Anılarında Hastalıklar ve Tedavileri
Birinci Dünya Savaşı yalnızca bir savaş değildir. Yokluk, sefalet, açılık ve hastalık o dönemde yaşayanların karşılaştıkları sorunlardır. Anılarını yazan az sayıda birey, yaşadıklarını yazarken, başlarından geçen hastalıkları ve tedavilerini aktarırlar.

Klasik tıp kitaplarında hastalıklar ile ilgili bölümler incelendiğinde son gelişmeler ve güncel bilgilerin yer aldığı görülür. Hastalığın geçmişiyle ilgili bilgiler sınırlıdır. Hastalığın ilk yayınlandığı yıl, ilk tanımlayan kişi ve tedavideki önemli adımlar üstünkörü aktarılır. Geçmişteki tedavi yöntemlerinin araştırmaları tıp tarihçileri tarafından yapılır.
Hekim anılarının dışında, yaşadıkları hastalıkları anlatan kişiler, hastalıkların o günkü tedavileriyle ilgili bilgiler de aktarabilirler.
Birinci Dünya Savaşı yalnızca bir savaş değildir. Yokluk, sefalet, açılık ve hastalık o dönemde yaşayanların karşılaştıkları sorunlardır. Anılarını yazan az sayıda birey, yaşadıklarını yazarken, başlarından geçen hastalıkları ve tedavilerini aktarırlar.
Mersin'li Emin Çöl, 31 Ekim 1917 pazartesi günü, Birüsseba savaşında gözlerinden yaralanıp, görme yetisini yitirir, hemen ardından İngilizlere esir düşer. Zorlu bir esaret yürüyüşünün ardından Mısır'da Kahire yakınlarında Helyapolis'te kurulmuş esir kampına ulaşır. Çanakkale ve Sina Savaşları'na katılan Emin Çöl, Anadolu'ya döndükten sonra anılarını kaleme alır. Anılarında 'Heliapolis'te Hastalıklar' başlıklı bir bölüm bulunmaktadır (1):
"Başlıca hastalıklar trahom ile tavukkarasıydı. Bu yüzden birçok eratın gözleri ya büsbütün yahut da yarı yarıya kör olmuştu. Tavukkarası ise az değildi. Hangi vitaminsizlikten gelirse gelsin biz köylüler, Anadolu'da iken bunun ilacını biliyorduk. Bunun ilacı karaciğerdi. Genelde külbastı olarak yenilir. Haşlanan ciğer çıkarıldıktan sonra, göz buğusuna tutulup sonra da yenilirdi. Bu bir iki kez yapıldı mı geçerdi. Oysa tutsaklıkta değil karaciğer doğru dürüst et bile bulunmuyordu. Zavallı Anadolu çocukları, el ele tutuşarak helâya, banyoya giderlerdi" (2). Scorbitte ise semizotu veya karabakla yaprağı ellerine geçince yiyererek iyi olurlar (33).
İstanbul'da doğan Nurettin Peker, Balkan Savaşından Kurtuluş savaşına kadar, cepheden cepheye görevlendirilmiş, yaralanmış, sonra Anadolu'da Karadeniz bölgesinde çalışmaya devam etmiş, anılarını kaleme almıştır (3). Nurettin Peker, Trakya'da Hadımköy'de görev yaparken dizanteri ve kolera salgınlarından her gün binlerce askerin ölümüne şahit olur. Ölüler gömülür, kireçlenir, asker mezar kazarken dahi ölüyordur. Sancaktepe'de bir barakada bulunan Mısır Kızılay Hastanesi'nin korunması için görevlendirilir ve burada koleraya yakalandığını söyler. Anılarını şöyle sürdürür:
"Doktor Yüzbaşı Burhan Bey'le daha önce hazırladığımız doğal bir ilacı kullanarak hayatımızı kurtardık. Kolera göbekten akrep sokmuş gibi büyük bir acıyla başlayıp, insanı ölüme götüren ve salgın halinde geldiği kasaba veya şehir neresi olursa olsun ortalığı kırıp geçiren korkunç bir hastalıktı. Burada bizi kurtaran ilacımızın ne olduğunu yazmalıyım. Bir şişe Metaksas konyak, 2 limon, 6 kinin, dövülmüş bir miktar sarımsak karıştırılıp süzülerek bir kerede içiliyordu. Ölüm korkusuyla bu sıvıyı içtiğimde ağzımın bütün derileri soyulmuş gibi olmuş, felç olmuş gibi bir süre bir şey yiyememiştim (3)".
Tifüs salgınında da Tifüs'e yakalanan Peker, tedavinin sadece 'bit ayıklama ve ilaç olarak da kinin ve İngiliz tuzundan"(4) ibaret olduğunu aktarıyor (3). Savaşta bir yedek subay olan Faik Tonguç ise anılarında tifüsü doktorun önerisiyle sadece süt ve yoğurt yiyerek pislik içindeki hastane yerine, köydeki bir evde bir altın karşılığı aldırttığı tavuk suyuna çorbayla geçirdiğini aktarıyor (5). Tifüs salgınında "Sahra Fırını" usulüyle bitlerin temizlenmesi gerçekleştirilir (6).
İ. Hakkı Sunata, 1892'de İstanbul'da doğmuştur. İstanbul Hukuk Fakültesi'ne devam ederken, Birinci Dünya Savaşı'nda askere alınır. Önce Çanakkale, sonra doğu cephesinde yer alır ve sonunda İstanbul'un işgalini yaşar. Anılarında başından geçen üç hastalığı aktarır (7). Sıtma olduğunda, doktor Dimitraki tarafından önce kinin verilir, kinin etki etmeyince tadı hafif buruk bir ilaç hazırlar: Arsenikli su (8). Dişi ağrıdığında ise Dr. Lütfi 'dağlarda adaçayı (9) vardır. Topla, kaynat, sık sık bununla gargara yap' der. Sunata, tavsiyeyi yapar ve diş ağrısı geçer. Peklik içinse (kabızlık) 50 gram İngiliz tuzu kullanır (4).
Tuğgeneral Yergök, uzun zamandır peklik çekmektedir. Rusya'da esareti sırasında, bir Alman hekim 'çayı az içmesini, beyaz ekmek yerine kara ekmek yemesini, ve zeytin yağlı yemekler yemesini tavsiye eder ve bu sorunu çözer (10).
Hasan Basri Efendi, 6 Kasım 1914'de batırılan "Mithatpaşa" Vapuru'nun gemi kâtibidir. Ruslara esir düşer. Esaret günlerinde de düzenli not tutar (11). Çarkçıbaşı "ordu humması" olur. Tüm odalar asit-fenikten (12) geçirilir. İnatçı bir kabızlığı olur. Kendisine İngiliz tuzu ve hint yağı (13) verilir. 16 Ocak 1916'da askerde çiçek salgını çıkar. Tümüne çiçek aşısı yapılır. Sebzesizlik yüzünden dişlerinde ortaya çıkan iskorbüt (14) için, en birinci deva lahanadan yaptıkları turşudur.
Mülazım Osman Efendi'de kum sancısı olur, kendisine morfin şırınga ederler. Bir gram yerine dört gram yaptıklarını bilahare doktorlar anlayıp telaşa düşerler. 8 Şubat günü öksürükten ve göğsünden şikâyetçi olarak doktora çıkar, o da hastaneye sevk eder. Hastanede ilaç olarak arsenik verirler. 3 gün sonra herhangi bir tarafında ağrı ve sızısı yoktur ama vücutça pek yorgun bir haldedir. Pek büyük bir dermansızlık hissetmektedir. Tedavinin 5. gününde mide ağrısı olur, iştahsızdır ve geceleri muntazam uyuyamamaktadır. İlaçları değiştirilir. Sonra düzelir (11).
Münim Mustafa, Hukuk Fakültesi öğrencisiyken, yedek subay olarak orduya katılır. Anılarını kaleme alır (15). Harekat sırasında, deveden düşer, alnı yarılır. Doktor yarasını sarar ve her gün yolda matarasından ıslattığı mendille yarasını pansuman yapmasını tavsiye eder; oysa yolda su yoktur, matarada da kalmamıştır. M. Mustafa, 'maksat yüzü ıslatmak değil mi' der ve Yafa'dan Salt'a portakal taşıyan kafilelerden portakal alıp, bu nefis meyvanın userası (özü) ile pansuman yapar ve 'çok faydasını gördüm' der.
Esir kampında, deri üzerinde lezyonlar oluşturan ve sinir sistemini etkileyen bir hastalık baş göstermiştir. İngiliz hekimler bu hastalığı 'Pellegra' olarak teşhis ederler (16) Sivil olduğu halde esarete düşen Eyüp Sabri'ye (Akgöl) göre bu hastalık uyuza benzer ve bu hastalık yedikleri kokmuş beygir etine bağlıdır (17,18).
Askerliğini er rütbesiyle yapan İbrahim Arıkan, savaşın sonunda İngilizlere esir düşer ve Mısır'da esir kampında tutulur. Kampta 'Dizanteri' olduğunda Rum doktor 'ekmek yememesini, aksi takdirde barsaklarının delineceğini söyler ve günde 3 bardak 'kan şurubu'(19) içmesini önerir. İki gün sonra çorba yemeğe başlatılır (20).
Savaşta yedek subay olan Ahmet Altınay, 'basur' (21) olunca, doktor kendisine İngiliz tuzu verir (22). Mısır'daki esir kamplarında sık rastlanan bir hastalık da konjuctuvit'tir. Çölü geçerken kum tahrişi ile oluşmaktadır. Tedavide çinko sülfat ve protargol kullanılır (23).
Hüseyin Atıf Beşe gönüllü olarak savaşa katılır, savaş sırasında serçavuşluğa kadar yükselir. Dişini kerpetenle çektirir –üç dişimi savaşta bıraktım-der. Sıtma olunca da sulfato aldığını ve iyileştiğini söyler (24).
Kadıköylü Hamit Ercan 12 yıl süren askerliğini anlattığı anılarında Maraş'ın Sivri nahiyesinden geçerken, çevrede büyük bataklıklar olduğunu, sıtmadan ölenlerin mezarlarının bulunduğunu aktarır. Takımında sıtma belirtileri başlayınca İzmir'den aldığı çok miktardaki kinin, askere her sabah düzenli vermeye başlar (25)
Yedeksubay teğmen İbrahim Sorguç, anılarında esarette humma-i Racia (26) olduğunu ve İngiliz doktorların kendisini tedavi ettiğini söyler. Tedavi için verilen ilaçları yazmaz ama İngilizlerin kendisine hergün beyaz şarap verdiklerini belirtir (27).
Sıhhiye onbaşı Ali Rıza Eti anılarında 'baş ağrısı, mide bulantısı olunca aspirin ve lavdanom (28) içtiğini söyler ama etkisi yoktur. İshal olunca bir avuç bizmut yer, hamız-ı tartar (29) atar. Sancısı diner. Kendisini muayene eder, karındaki kırmızı lekelerden tifoya yakalandığına karar verir ve bir dükkandan bir kuruşluk sulfato alır (30). Hastaneye yatma teklifine 'Buradan ölüm çıkar' düşüncesiyle kabul etmez (31).
Kayserili Başkatipzade Teğmen Ragıp Bey, birliğini ararken gece, dondurucu soğukta suya girmek zorunda kalır. Birliğe ulaştığında ayakları donmuştur. Onu hemen hayvanların barındığı ahıra götürürler ve ayaklarını biraz ovalayıp taze hayvan pisliği içine sokarlar (32) veya karla oyarlar (42) veya ilgili organ amputasyona kadar gider (43).
Kayserili Hidayet Özkök, Cebel-i Cile'de yüzü-gözü şişer ve bu şişlikler görmesini engeller. Akşama doğru şişlikler iner. Benzer şişlikler ilerleyince doktora muayene olur. Doktorun teşhisi bu şişliklerin "sefalet ve üzgünlüğe" bağlı olduğu yönündedir. Perhiz önerir. Sadece bulgur-ekmek yemesini, saçta un kavurup suda kaynatıp çay gibi içmesini önerir (33).
M.Fuad Tokad, yedek subay olarak katıldığı savaşta, sonunda esir düşer. Günlüklerinde bazı tıbbi uygulamaları yazar. Sivas'da bayılan bir kadını ayıltmak için "Lokman Ruhu" (34) koklatırlar. Sivrisineklerin ısırmasıyla oluşan ayağındaki yaraya tendürdiyot sürerler. Arkadaşı hastalanınca aspirin ve antipirin verir. 33 derecede kulakları donup su toplayınca su önce boşaltılır, ardından tendürdiyot ve ismini bilmediği bir merhem sürülür (35).
Albay Arif Baytın, Sarıkamış'da çıralı çam yaktıklarında oluşan dumandan ve bir yandan da soğuğun etkisiyle gözlerinde ortaya çıkan 'yanma, karsıma ve çapaklanmadan' ılık su banyosuyla tedavi edebildiklerini anlatır (36).
1914'se Kafkas cephesinde esir düşen Tahsin İybar anılarında çok sayıda tedavi modelinden söz etmektedir (44). İshal için bizmut içmek ister ama yanlışlıkla kendisine pudr dover vermişler. 30 saat uyuduğunu söylüyor (45). Sıtma olduğunda ise kendisine İngiliz doktor kinin tedavisi uygular. Üç günlük tedavide ilk gün bir fincan, ikinci gün bir buçuk fincan ve nihayetinde bir gün aradan sonra Meke fincanı (yarım çanak) kinini içer. Bir Rus doktorunda tüberkülozlulara kımız verdiğinden söz etmektedir (44)
Doktor Anılarında Tedavi Yöntemleri
Kilisli doktor Derviş Kuntman anılarında kolera tedavisinde laudanum ve zeytikafuriden (37) başka bir şeyin ellerine olmadığını söyler. Tabur tabipliğinin sabah ilk vizitelerinde ayakvuruğunun en önemli sorun olduğunu tendürdiyot sürerek geçirmeye çalışırlar. Skorbiti (14) engellemek için erler ebegümeci dahil her türlü yeşil otu yerler. Soğukalgınlığı olduğunda aspirin ve çay tedavisi uygularlar. Erlerin güçleri yerine gelsin diye de "alkollü pekmez" verilir (38,39).
Dr. Abdülkadir Noyan, anılarında kolera salgınında "lavdonomlu asit laktik limonatası", kolera taşıyıcılarına 0.20 g'lık"kalomel"(40); dizanteri salgınında önce "sulfat dö sud, sonra astranjan tozlardan (bizmut, tanijen,) ve perhiz gıdası" verdiklerini, scorbitte ise tedavi olarak kuzu kulağı" yedirdiklerini anlatıyor. Teşhis koyduğu kala-azar olgularına neosalvarsan tedavisi uygular ama bu tedavinin yararsız olduğunu belirlemiş. Kala azar tedavisinde emetin kullanılması gerekirken, elde olmadığından bu tedavi yöntemini uygulamış. Noma (stomatatitis ulsero membranöz) tedavisinde 3-4 g klorat dö potas ağızdan verilirken, ağızdaki lezyonlara metilen mavisi, tendürdiyot, gliserin içinde eritilmiş neosalvarsan atuşmanı yapıyor (41)....
Anıları okudukça, o dönemde hastalıkların tedavisinde kullanılan yöntemlerin, kültürel bir değer halini aldığı ve bu gün dahi halk arasında hala kullanılageldiğini görebiliyoruz.
Davul zurna ile savaşa doğru yola çıkmanın ardında, birinci dünya savaşında savaşanları bekleyen koşullar açlık, pislik, yokluk, kimi zaman sıcak, kimi zaman soğuk ve kol gezen ölümdür. Bu koşullara hekimsizlik, ya da bilgisiz ve yarı hekimlik ve ilaçsızlık koşullarını da eklersek, savaştan sağ çıkmanın ne denli zor olduğunu anlayabiliriz.
Kaynaklar ve dipnotlar
- Emin Çöl, Çanakkale-Sina Savaşları, Bir erin Anıları. Nöbetçi Yayınevi, İstanbul, 2009.
- Halk arasında Tavukkarası olarak isimlendirilen hastalık, günümüzde Retinitis pigmentosa olarak isimlendirilen kalıtsal bir hastalığın karşılığına gelmektedir. Ancak bazı karaciğer hastalarında ve/veya A vitamini eksikliğine bağlı olarak ortaya çıkabilecek 'gece körlüğü-alacakaranlık körlüğünün tedavisinde karaciğer ekstreleri kullanılmıştır.
- Nurettin Peker, Tüfek Omza. (Hazırlayanlar Orhan Peker-Hilal Akkartal), Doğan Kitap, İstanbul, 2009.
- İngiliz Tuzu: Magnezyum Sulfat, doğada bulunan bir mineraldir.
- Faik Tonguç, Birinci Dünya Savaşında Bir Yedek Subayın Anıları. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 1999.
- Şerif Güralp, Bir askerin günlüğünden, Çanakkale cephesinden Filistin'e. Güncel Yayıncılık. İstanbul 2003.
- İ. Hakkı Sunata, Gelibolu'dan Kafkaslara, Birinci Dünya Savaşı Anılarım. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2003
- Arsenik : Tıpta 18.inci yüzyıldan beri kullanılmaktadır. 19.yüzyılda sıtma tedavisinde kinine alternatif olarak kullanılmıştır. 1940'ların başına kadar, beslenme bozukluklarında, hastalıkların nekahet dönemlerinde güçlendirici (Tonik) olarak kullanılmıştır. 1970'lerde lösemi tedavisinde de kullanılmıştır.
- Adaçayı (Salvia officinalis) : Ballıbabagillerden olan Adaçayı, Dişotu ve Meryemiye diye de tanınır. Akdeniz kıyılarının kır bitkisidir. Ülkemizde kışın sert geçmediği yörelerde, bahçelerde de tohumlardan üretilir.
- Sami Önal, Tuğgeneral Ziya Yergök'ün Anıları, Sarıkamıştan Esarete, Remzi Kitabevi, İstanbul, Kasım, 2005.
- Hasan Basri Efendi, Bir Gemi Katibinin Esaret Hatıraları, Hazırlayan Bedrettin Görgün., Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2009.
- Asit fenik bir organik asitdir. Çok şiddetli bir mikrop öldürücüdür. Tıpta ve veterinerlikte çok kullanılır. Yakıcı bir maddedir. Fenol da denir. % 5'lik solüsyonu antiseptik olarak kullanılmıştır.
- Hint yağı bitkisi (Ricinus communis), anavatanı Hindistan olan, sütleğengiller familyasından bir bitki türüdür. Tohumlarından elde edilen yağ, alkolde kolaylıkla çözünür. Yağın incebağırsaklar üzerinde müshil etkisi vardır.
- C vitamini eksikliği
- Münim Mustafa, Çanakkale ve Kanal Seferi Hatıraları Cepheden Cepheye, ARMA yayınları, İstanbul, 2002.
- Pellegra hastalığı Niacin, veya nicotinic acid veya B3 vitamini eksikliğinde ortaya çıkan derideki belirtilerle, ishal gibi sindirim problemleri ve demans gibi sinir sistemi belirtileriyle seyreder ve ölümle sonuçlanır. Niacin, karaciğer, balık, tavuk eti, yeşil sebze, süt, et ve bitkisel yağlarda bulunmaktadır.
- Rahmi Apak, Yetmişlik bir subayın Hatıraları, TTK Yayınları, Ankara, 1988,
- Nejat Sefercioğlu, Esaret Hatıraları Eyüp Sabri: Bir Esirin Hatıraları ve Yunan İllerinde Zavallı Esirlerimiz. Tercüman, 1000 Temel Eser, İstanbul, 1979.
- Kan şurubu: Baharatçılarda satılan, içeriğinde kınakına, siyah üzüm, meyan kökü, keçi boynuzu, hünnap, karanfil, tarçın, kuşburnu, ardıç, gibi bitkisel gıdalar olan kan şurupları var.
- İbrahim Arıkan, Harp Hatıralarım., Timaş Yayınları, İstanbul, 2007.
- Hemoroid
- Ahmet Altınay, Katran Kazanında Sterilize. Bir Türk Subayının İngiliz Esir Kampında Üç Yılı. Tarih Düşünce Kitapları. İstanbul, 2004.
- Cemalettin Taşkıran, Ana Ben ölmedim. Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2001.
- Güliz Beşe Erginsoy, Dedem Hüseyin Atıf Beşe. Varlık yayınları, İstanbul, 2004
- Levent Alpat, Bir Osmanlı Askerinin Anıları. Şenocak Yayınları, İzmir, 2010.
- Humma-i Racia : Etkeni Borrelia recurrentis olan tifüse benzer klinik tabloyla seyreden bir ateşli hastalık.
- İbrahim Sorguç, Bu Defa Niçin Harp Edeceğimi Biliyorum. Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2010.
- lavdanom : içinde afyon olan bir ilaç
- hamız-ı tartar : tartarik asit
- sulfato : kinin
- Ali Rıza Eti. Bir Onbaşının Doğu Cephesi Günlüğü. Hazırlayan Gönül Eti. Türkiye İş Bankası
- Ahmet Emin Güven, Kayserili Başkatipzade Teğmen Ragıp Bey'in Eğitim,Savaş,Tutsaklık,Kurtuluş Anıları : Yaşam Öyküm. Ankara, Mayıs,2003
- Hidayet Özkök, Çanakkale'den Hicaz'a Harp Hatıraları. Kültür Müdürlüğü, Kayseri, 1992.
- Eter
- M.Fuad Tokad. Kibrit Kutusundaki Sarıkamış-Sibirya günlükleri. Timaş, İstanbul, 2010
- Arif Baytın, Sessiz Ölüm, Sarıkamış Günlüğü, Yeditepe Yayınları. 3.baskı, İstanbul, 2010
- La. Camphora, Al. Kampfer, Fr. Camphre, İn. Camphor) Cinnamomum camphora T. Nees et Ebermaier (Lauraceae) türünün odunundan su buharı distilasyonu ile elde edilen uçucu yağdan kristallendirme ile ayrılan bir bileşiktir. Bitki 20-40 m yüksekliğinde, kışın yapraklarım dökmeyen, çok uzun ömürlü (tahminen 2000 sene) bir ağaçtır. Vatanı Japonya ve Güney Çin olmakla beraber, iklimi uygun bölgelerde de yetiştirilmektedir: Yağdaki çözeltisi (10 veya 20 gr kâfur 100 gr zeytin yağında eriterek hazırlanır) kullanılır.
- M.Derviş Kuntman, Bir doktorun Harb ve Memleket Hatıraları. Silahlı Kuvvetler Dergisi, Ek. 1965, 216 (Ek 1). İstanbul.
- Mehmet Derviş Kuntman, (Derleyen Metin Özata), Bir doktorun Harp ve Memleket Anıları. T.C.Genelkurmay Başkanlığı, Askeri ve Tarih ve stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, 2.Baskı, 2010. Ankara.
- Kalomel : civa-1 klorür
- Abdülkadir Noyan, Son Harplerde Salgın Hastalıklarla Savaşlarım. Ankara Tıp Fakültesi Yayınları, No 5.Son Havadis Matbaası, Ankara, 1956.
- Eftal Şükrü Batmaz, Cepheden Cepheye Esaretten Esarete (Ürgüplü Mustafa Fevzi Taşer'in Hatıraları) T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, 2375. BMS Matbaacılık, Ankara, 2000.
- Aziz Semih, Büyük Harpte Kafkas Cephesi Hatıraları.. Büyük Erkanıharbiye Matbaası, Ankara, 1944.
- Tahsin İybar, Sibirya'dan Serendib'e. CHP Halk Bürosu Yayınları Okuma Kitapları No:7. Ulus Basımevi, Ankara, 1950.
- Pudr Dover: Afyondan yapılan bir çeşit ilaç.
Bir bölümü 'Herkese Sağlık/2010 Mart ' dergisinde yayınlanmıştır.
Loading...